Bazı manşetler var ki insan ister istemez gülüyor. Daha okumadan, başlığın o cafcaflı hâlinden anlıyorsun: kesin olağan bir şey, olağanüstü diye satılacak. "Tarihi gün!", "Asrın adımı!", "Çığır açıldı!" diyerek başlıyorlar, sonra habere giriyorsun"¦ Eee? Bir program başlamış, bir bina açılmış ya da zaten yapılması gereken bir iş yapılmış.
Ama sunuş şekli öyle abartılı ki, sanırsın yeni kıta keşfedildi. Hatta biraz daha süsleseler "yer çekimi iptal edildi" diyecekler. Halbuki olan şey, hayatımızda en ufak değişiklik yaratmayacak kadar sıradan. Ama işte, sıradanlığı allayıp pullayınca haber diye kakalamak kolay oluyor.
Bunun adı haber değil, şişirme sanatı. Normal bir gelişmeyi öyle şişiriyorsun ki, balon göğe yükseliyor; ama içi boş. Balonun içindeki tek şey hava. Bir gün birisi iğneyle dokunacak, pıss diye sönüverecek.
İşin komiği, bu abartıya o kadar alıştık ki artık manşetlerin şifresini çözebiliyoruz. "Tarihi an" diyorsa, emin ol sıradan bir açılıştır. "Asrın yatırımı" diyorsa, muhtemelen köşede açılan üç odalı bir yerden bahsediliyordur. "Çığır açıldı" diyorsa, aslında küçücük bir değişiklik olmuştur. Yani manşetin ihtişamı ne kadar büyüyorsa, konunun önemi o kadar küçülüyor.
Ama tabii basının derdi başka: "Bugün de sıradan bir şey oldu" diye başlık atsa kim okuyacak? O yüzden süsleyip püsleyip, okuyucuya "Sen tarihe tanıklık ediyorsun" hissi veriyorlar. Oysa ertesi gün aynı gazete başka bir "tarihi an" manşetiyle geliyor. Bir gün içinde üç defa tarih yazılınca, insanın tarihe olan saygısı da kalmıyor.
Kısacası, bu abartılı manşetler eğlenceli olabilir ama haberin kendisine zarar veriyor. Çünkü gerçek bir şey olduğunda kimse inanmayacak. Sürekli "mucize" dersen, sonunda gerçek mucizeye bile kimse dönüp bakmaz.
Belki de en doğrusu şu: haber, olduğu gibi aktarılmalı. Fazla makyaj, haberi güzelleştirmez; tam tersine karikatürleştirir. Gazete mi okuyoruz, mizah dergisi mi, artık anlamak zor.