Bu ülkede adaletin terazisi bozuk.
Bir erkek öldürüyor, "iyi hal" indirimi alıyor.
Bir kadın yaşıyor, "fazla konuştu" deniyor.
Kadın her gün hayatta kalma mücadelesi verirken, sistem hâlâ onun sesini kısmakla meşgul. Kadın çalışsa "yuvasını ihmal etti", susarsa "hakkını savunamadı." Yani ne yaparsa yapsın, hep suçlu, hep hedefte.
Şimdi soruyorum:
Bu mu adalet?
Bir ülkenin yasaları kadınları koruyamıyorsa, o ülkenin kalkınmasından, demokrasisinden, ahlakından nasıl bahsedeceğiz?
Kadın cinayetleri dosyaları adliyelerde tozlanıyor.
"Şiddet görüyordum" diyen kadınlar mezarda adalet bekliyor.
Devletin gücü, kadının feryadında değil, kadının hakkını koruyabildiği noktada ölçülür. Ama bizde durum tam tersi: kadın ölmeden önce kimse duymuyor, öldükten sonra herkes konuşuyor.
Adalet kadın olunca sessizleşiyor.
Nedense erkek failin sesi daha çok çıkıyor, erkek vicdanı daha "anlayışlı" oluyor.
Bir kadın direnince "feminist", susunca "itaatkâr", yaşayınca "tehdit" sayılıyor.
Artık yeter!
Bu ülkede kadınlar "yaşamak" istiyor, "direnmek" değil.
Kadınların omzundaki yük, erkeklerin egosunu taşımak zorunda değil.
Devletin, adaletin, toplumun işi; kadını korumak, susturmak değil!
Bir ülkenin vicdanı kadınlar kadar güçlüdür.
Kadının adalet arayışı, aslında toplumun aynasıdır.
Ve unutmayın"¦
Adalet, kadın olunca susuyorsa; o sessizlik hepimizin suçudur.